22 Aralık 2013 Pazar

Bozcaada/Çanakkale




Bayram tatilinde (evet bayram tatili, aylar öncesinde yazılması gereken bir yazı daha) Eskişehir'de duramayacağıma karar verip araştırmalara koyulduğumuz zaman önümüze çıkan en iyi seçenekti. Her ne kadar Abant'ta göl sakinliğine ihtiyacımız olduğunu düşünsek de boğazın sularının Ege'yle buluştuğu yer ne kadar kötü olabilirdi?

Bozcaada was a little escapade for us, which is really needed to heal our psychological situations. And it works althoug its endurance was only three days.





Gidilecek yeni bir destinasyon seçilirken çoğu insan doğal-tarihi güzellikler veya oranın popüler olmasıyla ilgilenirken, sanırım biz ağırlıklı olarak oranın mutfağıyla ilgileniyoruz. Bu çok daha basit ve lezzetli bir karar oluyor. Pişman olduğumuzu da görmedim daha. 
Güzel manzaralarda lezzetli yemeklerle dolu bir Bozcaada, kesinlikle bizim Bozcaada'mız. 

There will be a delicious post which is the most important part of Bozcaada for us besides some natural beauties.


Adada odamıza yerleştikten sonra ilk iş merkeze inip yorgunluğumuzu tabi ki yemek yiyerek attık. Adaya dair ilk izlenimimiz de adanın Alaçatı'ya çok benzediği oldu. Merkezi için konuşacak olursak dar, süslü sokakları ve bazı restoranlarındaki uçuk fiyatlarıyla kesinlikle bir Alaçatı kendisi; ama neyse ki Alaçatı'dan çok daha fazlası mevcut.

Cafe at Lisa's was a good choice for the first dinner at the island. We had pasta with a glass of red wine which is the local one (Talay). It was good but I tasted better local wines in Turkey, so it isn't best one as they said.
Cafe at Lisa's adada ilk akşamınızı tehlikeye atmayacak basitlikte bir italyan restoranı. Biz makarna tercih ettik fakat pizzalar da oldukça lezzetli görünüyordu. Yemekle sunulan şarap menüsü de yerli şaraplarla dolu, Talay'ın Cabernet Sauvignon karışımı bizi seçtiğimize pişman etmedi.





Adanın öncelikli gezilecek yeri olan ve şansa bakın ki aslında içinde bulunduğumuz Rum Mahallesi'ymiş. Hazır bu kadar gelmişken dar sokaklarda dolandık biz de tabi. Sokak aralarında fazlaca kedi, köpek var ve siz geldiniz diye de hiç keyiflerini bozmuyorlar.

Here is the center of the island, there are many narrow streets covered with kinds of plant and old buildings. Walking around here was joyful even the rain. But this district is not enough to recognize the island exactly. 














Adanın merkezinde mola vermek istediğinizde imdadınıza o güzel kurabiyeleriyle Çiçek Pastanesi koşuyor. Yer bulmakta zorlanabiliyorsunuz, ama vazgeçmeyin oturmasanız bile kurabiyelerden bi paket yaptırın kendinize.

Çiçek Patisseire is the most we liked one at the island. You must taste cookies of them especially with mastic and almond one.


Adayı turlarken adanın Türk tarafında bulunan Bozcaada Kitapçısı'na da uğrayın, mutlaka alacak bişey bulursunuz kendinize. Ama unutmayın bazen kapalı olabilir. 
Adadayken ada rahatlığı, ada kafası gibi bi faktör hep aklınızda bulunsun.
 Akşam yemeğinde hafif bir menü isterseniz; Şükrü Usta'nın zeytinyağlı yemekleri anne eli değmiş gibi hem de ucuz.
Bakkal Cafe'ye de bi kaç kez uğramamıza rağmen tatmak istediğimiz raviolilere denk gelemedik. Menünün mutfağa uymamasını yine ada rahatlığına verdik. Ravioli için bir şey söyleyemeyeceğim ama ilk kez denediğim votka-nar karışımı mükemmeldi. Votkayla olan birkaç anımız dolayısıyla yıllardır votkadan uzak dururken bu kadar güzel olabileceğini tahmin etmek çok güçtü benim için. Siz gittiğinizde olmayacak büyük olasılıkla ama bi sorup şansınızı denersiniz. :D

You can drop in at Bozcaada Bookstore to have some little remembrances.
And also you should stop by Şükrü Usta and Bakkal Cafe to have a light dinner and good beverages.

So this post is totally about our first day and impressions at the island. I will continue with the real island, the most enjoyable and also exhousted part of it. But I don't know for now when I write and publish it.

Adanın ilk günü bu şekildeydi, klasik günübirlik bir ziyaretçi görüntüsündeydik. Ama tabi ki bu kadarı gittiğimiz yerin hakkını vermeye yetmiyor. Orayı bir adalı gibi yaşamalı ve keşfetmeliydik ve yaptık da. Yorulduk hem de çok yorulduk; ama kesinlikle değdi. Yalnız tek eksiğimiz motosiklet kullanamamamız oldu. Onu da yapsaydık çok da güzel iyi olcaktı. Bir dahaki sefere bıraktık artık onu da. 
Bir sonraki günün yazısında dört saatlik bir parkur sizi bekliyor olacak.



2 yorum:

  1. harika bir yazı olmuş devamı muhakkak gelmeli:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben de çok istiyorum ama bu yüksek lisans işleri tahminimden daha yoğun çıktı. :)

      Sil